30 Haziran 2008 Pazartesi

DMC





İyice karşıdaki rakibin oyun stiline göre oynanmaya başlandığından,dolayısıyla temkinli olma oyun anlayışına hakim olduğundan, gol atmaktan çok yenen golü çıkaramama ihtimali ağırlık kazandığından beri yani 90'lardan beri futbol defansifleşti. Aslında o tarihlerden bu zamana insan psikolojisi defansifleşti. Akla gelen -ilk olarak- kapkaç furyasından dolayı insanlar elleri önemli eşyalarının olduğu ceplerinde ya da çantalarına sıkı sıkı sarılarak sokaklarda dolaşmaya başladı. Toplum üzerinden bilim yaparak futbolu hayata benzetmek değil amacım ama bu oldu. Pasta büyüdü risk almak yerine temkinli olmak moda oldu. Belki bu bir gereklilikti. Tüm zamanların bana göre en iyi futbolcusu olmasına rağmen, Maradona'nın İngiltereye attığı golü her izlediğimde "allahım nasıl bu kadar boş alan bırakıyorlar şu 7 numaraya bak koşmuyor bile." demekten kendimi alamıyorum. Messi geçen sene o golün benzerini attığında aynı rakiplerle mi karşı karşıyaydı?

Neyse dağılmadan futbolun sertleştiğinin ve defansifleşmek zorunda kaldığıın altını çizdikten sonra Euro2008 sonrası kadrolara ve öne çıkan takımların öne çıkan isimlerine bir göz atmak gerek.

Bu DMC (Defensive Midfielder Center) mevzusunun bu topraklara ilk gelir insanların farkında olmaya başladığı dönem bence ilk olarak Suat Kaya, sonra Tayfur Havutçu hakkında herkesin ama herkesin "Oyunda hiç görünmüyorlar, ama sahanın en iyilerindendiler, heryere yetiştiler, bütün atakları bozdular" gibi torumlar yapmaya başladığı dönemdir. Hatta Tayfur ya da Suat bu mealde bir soru sorulduğunda çıkıp "Valla öyle diyenler TV'den izleyenlerdir, çünkü benim işim rakibin top yapmasını engellemek dikine oynamasını engellemek, rakip topla geliyorsa ben onun karşısına çıkıyorum, topu dağıtmak benim görevim değil demediki milletteki gazı alsın. Tabi bu DMC denen insanşar çok daha eskilerde de vardır tahminimce ama isimleri böyle değildi heralde. Ama benim bildiğim Paul Gascoigne ve özellikle Roy Keane bu işin öğrenme kılavuzu gibi yıllarca yaptılar bu görevi. Patrick Vieira efsane Arsenal'in belki de en önemli parçasıydı.

Peki DMC'nin özellikleri nedir? ille de kural değildir tabiki bunlar ama karakter olarak hırslı, vazgeçmeyen ve biraz kafadan kontakları meşhurdu eskiden (yukarıda saydıklarım) oyun bakımından ise sert oynayan, toplayken sağlamcı oynayan fiziksel olarak ise çok güçlü, çok koşan,sezgisi kuvvetli(burası bence çok önemli) ve yine bence tercihen uzun bacaklı gibi özelliklere sahipler.

Bu DMC'lere ön libero, savunmanın önünde oynayan oyuncu,-güzel bir benzetmedir bence- Çapa ve bazı (ay çok seviyorum bunu kullanmayı klişe pahasına kullanacam) şezlong yorumcuları orta sahanın kazması gibi isimler taktı.
Peki nerelere gelindi. Real Madrid Makalele'nin yerini doldurabilene kadar(bir nebze olsa da Diarra iyi iş çıkardı orda) 3 sezonu heba eti. Manchester United Roy Keane'nin gidişiyle beraber Carrick'e çoğu kimsenin haketmediğini düşündü para harcadı, Chelsea Makalele ve Essien gibi isimler kattı, Barcelona Pep Guardiola(ki özel bir adamdır o pozisyona göre topla iyi oynayabilem özelliği olduğu için) ayrılışından beri çözüm bulamamıştı bu sene biraz Yaya Toure ile kurtardı olayı. Türkiye'ye geçersek Beşiktaş'ın son yıllardaki en iyi transferi Federico Giunti'ydi taraftara göre, Galatasaray 2-3 genç Rumen furyasından sonra sorunu Flavio Conceciao (Makalele'nin Madrid'deki ortağı) ve son olarak Tobias Linderoth ile çözmeye çalıştı ve Fenerbahçe Trabzon'dan Marco Aurelio'yu getirdi. Şimdi burda bir parantezi hakediyor Marco Aurelio.

Öncelikli olarak Marco diyorum çünkü vatandaşlık alıyor diye bir insanın ismini değiştirmemesi gerektiğini düşünüyorum, yazılı kanunlar neler gerektiriyor mevcut durumda bilmiyorum. Ki bu ülke yıllarca ,belki hala çocuklarına istediği ismi koyma özgürlüğünü sağlayamamıştır kendi vatandaşına. "İsim değişir mi yaa?" diye isyan ederim başka da bir argümanım yok savımı destekleyecek. Umarım takım arkadaşları da maçlarda ve idmanlarda hala Marco diye çağırıyorlardır.
Hıncal Uluç'un "ota sahan kazma mı, top kullanamıyor mu, ismini ön libero yap herkes alkışlasın" diyerek kötülediği DMC bu topraklardan çıkmadı demekki, bu adam vatandaşlık değiştirerek ülkenin ulusal takımına kazandırıldı. Ki burası bu işlerin kolay hazmedildiği biryer değildir bilindiği üzere. Ve Marco Aurelio bir ilkti.


Şimdi performanslarına gelirsek bu DMC arkadaşların: Marco Aurelio'nun yapabildiğini yapan çıkmadı, ki Almanya maçındaki Ballack son yılların en pasif oyununu oynadı.Mehmet Topal gelecek vaad eden gerçekten yetenekli bir oyuncu. Henüz 22 yaşında.

Şampiyon İspanya'nın -o da Brezilya'dan transfer- DMC'si Marcos Senna bana ve birçoklarına göre turnuvanın MVP'si. Peki Senna bu ödülü kime kaptırdı? Çok iyi top kullanma yeteneğine de sahip eski bir DMC'ye, Xavi Hernandez. Almaya Frings, Rolfes ve Hitzlsberger'in 2'sini kullanarak çft ön libero oynadı turnuvanın 2. yarısını. Ki bence final maçında daha sağlam kalamamalarının nedeni DMClerinden iyi verim alamamalarıdır. İspanya sürekli ayağa pas yaptı dikine Almanlar bunu bozamadı.

Hırvatistan'da Niko Kovac, İtalya'da biraz da mecburen DMc ordusu gibiydi (Gattuso, De Rossi, Ambrosini,Aquliani). Hollanda'nın grup maçlarında herkesin dikkatini en çok çeken De Jong ve özellikle Carew fizikli Engelaar'dı. Fransa'da Makalele, Toulalan ki formda, sakatlıktan arınmış bir Vieira Hollanda ve İtalya maçlarında o duruma düşmelerine engel olabilirdi.

Her antrenör inanılmaz hücum yeteneklerine sahip,inceci ortasahalarla sahaya çıkmak ister. Ama futbol bir takım oyunuysa ve şartlar; temkin ve kontrolü gerektiriyorsa DMC denen oyuncuya ihtiyac vardır. Yok öyle herkes aralara pas atsın çok güzel çalımlar atsın, en azından şimdilik.

Hiç yorum yok: