26 Eylül 2008 Cuma

Gitmek Lazım #1: Sorrento-Hotel La Minervetta






İlk fotoğraftaki otel odasını trofolo'da görmüştüm. İtalya'da Napoli'ye yakın Sorrento adlı kasabada bir oteldenmiş. Ama ne otelmiş, teras, manzara... Hotel La Minervetta birgün gitmek lazım, 1 gecede olsa orada kalmak. Zaten fazla kalamayız geceliği şuan 300 Euro.





Deplasman


Nbatv’de gecenin özetlerini yine defalarca izledik, (kumandamız olsa değiştiririz zannımca 2 defadan sonra) biri önceki gün gazete getirmiş sağolsun, kocaman sayfaları çevirdik uyuz uyuz, güzelce kahvaltımızı yaptık, Maç saatinden 1 saat önce evden çıktık. Dolmuşçu var mı para üzeri dedi? Arkadan biri “50 milyondan bin kişi vardı” dedi ya da ben, Mustafa bi de ayaktaki bi kız öyle anladık. Uzattıkça uzattık, kahkahalar attık, kızla göz göze gelip gülmeye çalıştık, güldük, herkes bize kıl oldu. stadyuma vardık, maç kalabalığı yerine bizim gibi etrafa aval aval bakınan 5-10 kişiyi bulduk. Sorduk bilader hayırdır dedik, sorma dediler. Olayı anladık. Yine de telefonla bir arkadaşı aradık “hayırdır bilader hangi ara değişti bu maçın yeri?” dedik. “Ulan siteye yazdık kocaman, bi internete baksana evden çıkmadan ne heyecansız adamsın, insan maçın havasına girmek için bile bakar yahu” diye azarladı. “Ulan para mı var adsl faturasını yatırmaya, karnımız tok diye sevindirik oluyoz biz, sen internet diyon, heyecan diyon” diye ben de onu azarladım.kontur bitti telefon kapandı.Nasıl gidecez diye gençlik parkı tarafındaki kapının ordaki büfelerin önünde düşünürken saatler 13.30’u gösteriyordu. Kendi imkanımızla gitmemiz olası değildi, gitmeye çalışsak bile maç bitimine yetişip dalga geçilebilirdik. Birbirimize söylemedik ama Kızılay’a yürür Sakarya’da kredi kartına abanaraktan en ucuzundan bira içer ordan da eve giderdik kesin. İşte tam o anda aynı filmlerdeki gibi içinde tek kişi olan lüks bir araç yanaştı, sağ pencereyi açtı ve bize doğru yöneldi. İçimden “aha” dedim. Filmlerde hiç duymadığım bir cümle kurdu.

-"maç var di mi" dedi.
-"var ama burda değil, ayaşta" dedik.

"ora nere yaa, ne kadar sürer orası uzak mı ki?" falan diye kendi kendine sorunca Mustafa’yla göz göze gelme gereği hissetmeden maça yetişebilmemizin tek yolunun bu beyfendi olduğuna kesin kanaat getirip çakallıklara başladık. Uzak olduğunu biliyorduk ama "valla 20 dakikada gidilir" dedim belli belirsiz bir sesle çok da sallamıyorum havası verdim güya. Üstüne Mustafa "biraz hızlı gidilse 15 dakkada gidilir" çekti. Araç sahibi gazı mı aldı yoksa o sırada iyice “çok madur durumdayız çaresiziz be abi” vücut halimize mi acıdı.

“e hadi atlayın bakalım, ben yolu bilmiyorum ama tarif edeceksiniz” dedi. Çok “cool” şekilde atlamaya çalıştık ama sanırım ağzımdan salyalar akıyordu. Yolu bilmeyen ben, nasıl gaza geldiysem ön koltuğa atlamışım o heyecanla. Sonra aynadan Mustafa’nın suratını yakalamaya çalıştım. Endişeli bir ifadeyle karşılaştım. Bir daha bakmadım. Stat hakkında sahip olduğum iki bilgi vardı. Bir, çok uzak olduğu. Bunu belirmemiştik hatta örtbas etmiştik. İkinciyi sakin bir tavırla belirttim “İstanbul yoluna çıkalım ordan devam etcez”. Görevimi yerine getirmiş olmanın verdiği huzurla uzun yolculuk için deri koltuğa iyice yerleştim.

Zaten İstanbul yolu üzerinde Ankara’dan uzaklaştıkça stadyum için oldukça sık aralıklarla yönlendirme tabelaları bez pankartlar vs. vardı. Ama bu işaretler sizi şimdiki gibi stadyumun kapısına kadar götürmüyor “daha baya var valla” içerikli “Ayaş stadyumu düz “ gibisinden tabelalar bizimle şoförün arasındaki gerilim gitgide yükseltiyordu.

Sonra tabelalar kesildi. Yol ilerledikçe adam sürekli “bu kavşaktan mı dönecez?” diye soruyordu, Mustafa da haliyle çekingen tavır takınarak “ııhh yok. biraz daha var” diyordu. Bu diyalog en az 5 kere gerçekleşti. Adam içinden “hay aklıma turp sıkim, iki tane uzun saçlı sakallı zibidinin sözüne kandık dolaştığımız yerlere bak” der gibi düzenli ve aralıklarla ooff çekiyordu. bu oflarda çok anlam ifade ediyordu ama tek gerçek cümlesini o sırada kurdu.

-“Dediğinizden biraz uzakmış çocuklar”
-ehe,ihi”

Haklıydı. Yarım saattir yoldaydık ve stat henüz görünmüyordu. Daha sonra Mustafa’nın o nahiyeye gerçekten hakim olduğunu anladım. Lan adama bak koca şehri avcu içi gibi biliyo diye hayran kaldım.Hep çocukluğunda saçma sapan bir yerlerde oturduklarından bahsederdi. Meğer oralarmış. Hayranlığım acımaya dönüştü.

Derken stadyum baya dağ başında gibi olsa da göründü. Hemen ilk bakışta ne güzel yeni yeni görünüyor ve beklediğimden daha büyük ama yok yok stat dediğin eskidikçe anılar, duygular biriktikçe güzel diye düşündüm.”ne lan bu tutarzıslık, başın götün oynuyo bi öyle diyon bi böyle iyice pro ile con oldun ha” diye kendime kızdım. Neyse bir stadyumu ilk gördüğümde heyecanlanırım hep. Stad olsun, asma köprü olsun, hatta cami olsun -kilise,katedral tercih sebebidir- böyle devasa yapıları her düşündüğümde “Ulan keşke mimar ya da inşaat mühendisi olsaydım” derim. Sonra “la o zaman hayatta bitmez idi bu okul” diye kendime cevap veririm ikna olur ve susarım. Yoldan stadyuma doğru ilerledik ne de olsa hedef belirlenmişti ama tali yol ikiye ayrıldı ben de buraları biliyormuşum gibi mi görünmek istedim bilmiyorum ama Mustafa’yı beklemeden her mantıklı insanın seçeceği daha bi stada gidermiş gibi duran sağdaki yolu gösterdim. “Bu taraftan” dedim. Stadyum gerçekten de o tarafta gibi görünüyordu. Değilmiş. 2-3 dakika gittik Mustafa dayanamadı “heralde diğer yoldu” dedi kibarca. Hep kibardır zaten benim arkadaşım. 10 saniye bir sessizlik oldu. Babam olsa bizi elinde ıslak odunla kovalardı valla dedim, bizi ayıpladım, adama üzüldüm. Sessizlik daha da sürerse adam dayanamaz konuşur bize patlar diye ben patladım. Şehir bölge plancılara, yol mühendislerine giydirdim.Mahalle muhtarına bile -sanki tanıyormuşum gibi- “tabela koymaktan bile aciz, tembel pezevenk” diye saydırdım. Sonra diğer yani doğru yoldan ilerlemeye devam ettik bizi doğruca kalabalığa götürdü.

Stad uzak,başka bir ilçede gerçek anlamda. Rakip takım belediye destekli, Sonradan öğrendik devletlülerimiz yememiş içmemiş, bileti 50 kuruş yapmış, yöre insanını kamyonetten yaptıkları anonslarla bütün gün maça çağırmış, yetmemiş bilmem nerelerden otobüs kaldırmış. Kesmemiş herkese zaten çakma olan takım formasının daha da çakmasını, bir de futbol topu dağıtmış. Bi yarım ekmek tavuk döner eksik. Daha sonra babama anlattım bu olayı, hayatında futbol izlememiş adam ben olsam ben de giderdim dedi. Stadyum yeni olduğu için otopark gibi faciliteler hak getireymiş, o bizi stada götüren daracık yolda çift taraflı,iki tarafta da mevcut olan bayıra 45 derecelik açılarla park etmişki yörem insanı aradan da bi araba geçecek yer kalsın. Şoför o bir arabalık yoldan biraz ilerledi, yer olmadığı için insanlar buraya park etmiş fazla ilerlemeyelim arkadan da biri gelecek kalacaz böyle göt gibi ortalıkta demedim tabi. Adam da zaten hemen o sıra neyse siz inin ben arkaya park edeyim dedi. Ben hemen kapıya abanacaktım ki, Mustafa “yooo yoo beraber gireriz içeri sorun değil” dedi. Resmen bana beyefendilik, insanlık dersleri veriyordu üst üste. Saat ikiyi on geçiyordu. Neyse arabayı da park ettik 3 kişi stadın en yakın kapısına 1 km mesafeden yürümeye başladık. Trafik ve park sorunundan dolayı bizim gibi geç kalan başka insanlar da vardı Sigara yaktım, sonra adama da uzattım. Geri çevirmedi sağolsun. Mustafa telefonla konuşuyordu. İçinde bulunduğumuz durumun Olimpiyat stadının açılışında dağ bayır tırmanan kişilerin ve onların arabalarının oluşturduğu tabloya çok benzediğini fark ettim. Kendimi dışarı çekip olaya ne güzel bakabiliyorum diye sevindim Ortam yumuşasın diye adamla bunu paylaştım bir de “sanki milan - liverpool maçına gidiyoz” diye espri yaptım. Adam ters ters baktı. Zevzekliğim bütün varlığıyla o gün üzerimdeydi. Sonra deplasman tribününün ne tarafta olduğunu sormak için Mustafa’yla ben adamdan 2-3 adım öne seyirttik, Mustafa bana döndü “oğlum adamı sigaraya başlattın” dedi, Okkalı bi fırt çektim “Zaten kanser olmuştur o son yarım saat içinde kafanı yorma” dedim Kıkırdadık. Tribünün uzak taraftaki olduğunu öğrendik, Arkamızı döndük, baktık, adamı bulamadık. “İsyan edip döndü herhalde” dedim. Mustafa “Dönecek olsa bizi bura kadar ne getirsin, o demin sıçtığın dağ başında bırakırdı, bizden kurtulmak için fırsat kolladı ve kaçtı bence” diye ağzımın payını verdi. Taklidimi yaparak “Bu taraftan” diye ekledi. Bi fırt daha çektim “tamam paşam haklısın” dedim.

Bi tanesi “bilet bi lira bilet bi lira” diye bağırıyodu. 2 tane aldık. Bozuk paraları favori yerlerimize koyduk. İçeri girdik. Stad dolu. Büyükçe skorboardda 0-0 yazıyordu. “Adam valla adresimizi bulur gelir 20 dakka-15 dakka diyen ağzımızı kırar maç böyle biterse” dedim. 3 gol, oldu kazandık ve henüz sopa yemedik.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Gogolca


Haleti Ruhiye 1: Step by Step Rehab

1. Katatonia - Gone: (Panik)
2. Aerosmith - Crying: (Kafaya dank etme)
3. Amy Winehouse - Love is a losing game: (Hayata küfür)
4. Amy Winehouse - Tears dry on their own: (Kabullenme)
5. Cem Karaca - Herkes gibisin???

Kazım Kanat

Orta 1'e falan gidiyordum, babamla beraber bir haftasonu beraber dolanıyorduk ortalıkta. Babam durdu, "Naber Kazım?" dedi, babam Kazım deyince tanımıştım. Ayaküstü konuştular, bu bizim 2 numara falan gibi...Liseden arkadaşlarmış. Televizyonda gördüğün adamı -küçükken ve küçük şehirde- sokakta baban ismiyle çağırınca değişik oluyor. Herşeye rağmen diğerlerinden farklıydı gibi, bilmiyorum çok takip etmiyorum ama biraz daha seviyeli gibiydi. Mücadele etti ve yoruldu artık sanırsam, gittiği yerde huzur bulur inşallah diyelim.

23 Eylül 2008 Salı

Boşluk

  • - Koca metal yığını yaa, nasıl uçuyor saatlerce anlamak mümkün değil!!!

-O kadar benzini bana koy ben de uçarım a.q!!

(İlk defa böyle hissedemedim. Uçak valla düşer. Demedi demeyin. İlk defa g.tüm attı. Havada kalmak doğaya aykırı. Öyle bu olayın ülkenin gelişmişliğiyle de korunacak bir tarafı yok. İspanya'da düştü geçende. Her canlı bir gün mutlaka ölümü tadacaktır değil artık, Havadaki herşey birgün mutlaka düşecektir)

  • Yine ilk defa bulutların üzerinde uçtuk uçak ilen. Öncekiler ya geceydi ya da bulutsuzdu diye idrak edememişim. Bulut ne s.kim birşey lan, var mı yok mu belli değil. Birşeyin içinden geçilir mi arkadaş? Hayalet misin?
  • Çok mutlu olunca bulutların üzerindeyim diye benzetme vardır, bu kadar s.kik bir benzetme olamazmış bunu da anladım. Korkuyor la insan.
  • Yağmuru bulutlar yağdırıyor ya şimdi, bulutların üzerinde yağmur yağmıyor demek mi bu şimsi? İlk defa düşündüm, hiç anlamadım.

  • Sabah 9'da ders(ya da sıkıcı birşey işte) başlasın, 3 dakika sürsün 15 dakika tenefüs olsun, 3 dakka ders, 15 dakika tenefüs... sigara içenlerin hepsi akşama kadar her molada sigara içer. Ben bunu yaşadım arkadaş. Sanki 4 saatlik otobüs yolculuğunda mola veriliyor. Sıkıntının süresi önemli değil, molanın veriliyor olması önemli, kimisi üstüste içiyor.

  • -Merhaba nasılsınız?

-Teşekkür ederim, iyiyim.(Nereye iyiyim, y.rrağıma iyiyim)

  • Bir de bir kitap var okumaya korkuyorum. Güvenemiyorum kendime.

21 Eylül 2008 Pazar

Yalnızlık Paylaşılmaz